Arap dünyasında neler oluyor?

Bu soruyu, “Ortadoğu’da, İslâm dünyasında, Kuzey Afrika’da neler oluyor?” diye sormak da mümkün. Bunun sebebiyse, Tunus’ta iktidarı deviren “Yasemin Devrimi”nin başta Mısır olmak üzere bütün Arap ülkelerini, özellikle Kuzey Afrika’yı etkilemekte olması. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa kolonyalizminin sona ermesiyle mevcut sınırlarını ve siyasî rejimlerini kazanan Arap dünyası belki de ilk defa böylesine şiddetli çalkalanıyor.

Arap dünyasının siyasi ve ekonomik manzarası ne yazık ki insanın içini açmıyor. 1970’lerde başlayan üçüncü demokrasi dalgası onu pek etkilemedi. Arap ülkelerinin demokrasi notu sadece demokratik dünyanın istikrar adalarınınkine nispetle bozuk olmakla kalmıyor, aynı zamanda İslam dünyasının geri kalan kısmınınkinden de (Türkiye, Endonezya, Malezya ve hatta İran) zayıf. Bu, maalesef, ekonomik performans açısından da doğru.

Arap Ligi’nde 22 ülke var. Hiçbirinin siyasî rejimi demokrasi adını tam olarak hak etmemekte. Yalnızca Irak ve Lübnan’da çeşitli ölçeklerde demokrasi tecrübe ediliyor. Onlar da göz kamaştırıcı olmaktan uzak. Irak’a Batı dünyası ABD’nin öncülüğünde demokrasi aşılamaya çalışıyor. Demokrasinin ülke sakinlerinin siyasî kültürüne ve siyaset pratiğine ne derinlikte işlediği meçhul. ABD’nin çekilmesinden sonra sınava çekilmeyi bekliyor. Lübnan’da bir cemaatler-gruplar demokrasisi bıçak sırtında işliyor. Geriye kalan Arap ülkelerinin tamamında anti-demokratik rejimler var. Bazıları düpedüz despotluk. Despotlukların kimi seküler kimi İslâmî tandanslı. Tunus’taki en katı laik despotizmdi. Suudi Arabistan’dakiyse en katı İslami despotizm. Ülke sayılabilecek toprak ve nüfus genişliğine sahip tüm Arap ülkelerinde despotizm egemenken, ülke sayılıp sayılamayacağı şüpheli minik şeyhliklerde otoriteryen-gaddar veya otoriteryen-hayırsever monarklar var. Bunlar, petrol üzerinde oturmaları sayesinde, halklarını bir anlamda “satın alma” gücüne sahip. Bazılarında vergi yok, diğerlerinde negatif gelir vergisi uygulanıyor. Bunun bedeli sivil özgürlüklerden ve siyasi haklardan vazgeçmek.

Şaşırtıcı olmayan şekilde, Arap ülkelerinin ekonomik performansı da utanç verici. Zengin petrol kaynaklarına sahip ülkeler dahi aynı durumda. Tek mala dayalı “parasal” zenginlik gerçek ekonomik zenginlik anlamına gelmiyor. 350 milyonluk Arap dünyasında açlık, yoksulluk, sefalet, yolsuzluk kol geziyor. Bütün Arap Ligi bir Fransa etmiyor. Hepsinin GSMH’sının toplamı Fransa’nınkinden küçük. Bütün Arap ülkelerinde bir yılda yayımlanan kitap sayısı İspanya’da yayımlanandan az…

Bu korkunç manzaranın sebebi ne? Genler mi? Araplar Avrupalılardan akıl, zekâ, insani yetenekler bakımından daha geride mi? Elbette hayır. O zaman sebep İslam mı? Şüphesiz hayır. Arap despotizmi İslâm’ın zorunlu bir ürünü olarak görülemez. O, zaman zaman İslâmi renkler alsa veya İslâmi yorumlar kazansa da, birçok faktörün birleşimi. Tarih, siyasî kültür, ataerkillik, otoriteryen dinî yorum vb. bu bileşimin unsurları. Hepsi birlikte despotik rejimlere vücut veriyor.

Arap ülkeleri kapalı rejimlere sahip. Bu rejimler dışarıdan sarsılmaz sağlamlıkta görünse de, aslında basınç biriktiren arızalı düdüklü tencereye benziyor. Hoşnutsuzluk ve rahatsızlıklar demokrasilerde olduğu gibi hemen ifade edilme ve siyasi sonuç verme imkânından mahrum kalıyor. Ancak belli bir seviyeye ulaşınca varlığını açığa vuruyor. Onun bu niteliği hem despotizmin sahiplerini hem dışarıdan gözlemcileri yanıltıyor. Tunus’ta da bu oldu. Ekonomik performansının diğer Arap ülkelerininkinden nispeten iyi olduğu söylense de, Tunus ilkel bir ülke. Bir zorba devlet. Laik diktatörlük şimdiye kadar polis desteğiyle ayakta kaldı. Nüfusu Fransa’nınkinin 6’da biri olmasına rağmen, ülkedeki polis sayısı Fransa’dakine eşit. Önce Burgiba, sonra Bin Ali adlı muhteris diktatörler özgürlüğü ve barışı esas alan bir rejim tesis etmek yerine yıllarca tepeden aşağı toplumun dininin ve yaşayışının “ıslah edilmesi”ni de kapsayan hastalıklı bir “modernleşme” projesi yürüttü. Ülkede yolsuzluk alabildiğine yaygındı. Bin Ali’nin dört damadı ve ikinci karısının akrabaları ülke ekonomisini ahtapot gibi saran bir rüşvet ağı kurmuştu. Bu şartlarda halkın patlaması değil patlamaması şaşırtıcıydı.

Tunus ile Türkiye benzerliklere sahip mi? Tunus’ta olan bizde de olur mu? İki ülke arasında benzerlikler kurulabilir; ancak bazı statükocu kalemlerin sandığı veya umduğu gibi, bu benzerlik, bugünkü Tunus ile bugünkü Türkiye arasında değil, mevcut Tunus ile tek parti yönetimi dönemindeki Türkiye arasında. Tunus bir anlamda bizim 60 yıl önce gerçekleştirdiğimizi yapmayı deniyor. Baskıcı, sözde seküler bir diktatörlükten çıkmaya çalışıyor. Bu gerçeğin ışığında Adnan Menderes ve arkadaşlarını bir kere daha saygı ve minnetle anmamız gerekiyor. Türkiye yarı otoriter–yarı totaliter bir tek parti yönetiminden, silah değil sandık yoluyla, kurşun sıkarak değil oy atarak çıkmayı başardı. Arap dünyasında hâlâ benzeri olmayan bu destanın kahramanı Adnan Menderes’ti. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları sahip oldukları özgürlüğü ve olabildiği kadarıyla demokrasiyi büyük ölçüde Menderes’e borçlu.
 
Tunus ve diğer Arap ülkeleri Türkiye’deki iyi şeyleri izleyecek mi? Bunu sormalıyız; zira, aklı başında bütün Batılı gözlemciler Türkiye’nin demokrasi tecrübesinin, ekonomik performansının ve özellikle Erdoğan’ın dindar bir siyasî lider olarak popülaritesinin Arap halkını motive eden faktörler arasında olduğunu ifade ediyor. Ancak, ne yazık ki, Arap ülkelerinin demokrasiye doğru ilerleyeceğinden emin olamayız. İstikametin ne olacağı birçok faktöre bağlı. Demokratik siyasi kültürün yoğunluk derecesi ve demokrat lider kadroların varlığı bu bakımdan hayatî. Çoğulcu siyaseti benimseyip işletecek dinamikler yoksa, bu ülkeler bir diktatörlükten (meselâ laik olandan) bir başka diktatörlüğe (meselâ dinî olana) sürüklenebilir.

Türkiye’deki bazı tartışmalar dahi bu bakımdan işaret vermeye yetiyor. İslâm’ın liberal demokrasiyle uyuşmayacağı veya Tunus’a “Batı patentli bir demokrasinin ithal edilmemesi” gerektiği türünden görüşler eğer Arap ülkelerinde de yaygın kabul görüyorsa, tek yapabileceğimiz şey, bölgede yeni diktatörlükler görmeye hazır olmaktır. Umarım ve temenni ederim, Arap ülkelerinin makus tarihi kendini tekrarlamaz. Mazlum ve mağdur halklar despotlardan kurtulup özgür ve müreffeh bir hayata doğru yürümelerine engel olmayacak siyasî yapılar kurmaya muvaffak olur.

Zaman, 04.02.2011

 
 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et