AKP, CHP ve Türkiye demokrasisi

İstikrarlı demokrasiler incelendiğinde, sistemde merkez sağ ve merkez solda yer alan partilerin önemli rol oynadığı görülüyor.

Adını da koymak gerekirse, siyasî iktidar bir muhafazakâr parti ile bir sosyal demokrat parti arasında salınıyor. Demokrasiyle bağdaşan üçüncü çizgi olan liberal düşünce güçlü siyasî hareketler oluşturamıyor. Bazen koalisyon ortağı olabilmesine rağmen nadiren muhafazakâr ve sosyal demokrat siyasî partiler gibi hükümetleri belirleyebiliyor. Muhafazakâr ve sosyal demokrat partiler bir ana ideolojik çizgiyi takip etmekle beraber pragmatik olmayı da önemsiyor. Bu yüzden monolitik bir bütün teşkil etmek yerine değişik kanalları barındıran bir koalisyon olarak yaşıyor.

Türkiye’de, ne yazık ki, muhafazakâr, sosyal demokrat ve liberal siyasî çizgiler oluşamadı. Demokrasimiz bundan büyük zarar görüyor. Bunun çeşitli sebepleri var. Sanırım en önemlisi, askerî darbeler ve sonuçları. Bir diğer sebep bizde “büyük” partilerin siyaseti fikir artı pragmatizm şeklinde değil ama oportünizm artı pragmatizm şeklinde anlayıp yürütmesi. Çok önemli olduğuna inandığım bir sebep, siyasetçilerin demokratik siyaseti ve siyasî partileri bürokratik iktidar odaklarına karşı korumak için ittifak yapmak yerine, özellikle muhalefetteyseler, bürokratik iktidardan rakiplerini zayıflatmak ve iktidardan indirmek için yararlanmak istemeleri. Âdil olmak için belirtmek gerekir ki; bunu hem merkez sağın hem merkez solun yaptığını görüyoruz.

28 Şubat darbesinin yol açtığı deprem, çeyrek asırdır gelişmekte olan sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel faktörlerin de tesiriyle bir değişim umudu ortaya çıkardı. Türkiye’nin gerçekten demokrat ve güçlü merkez sağ ve merkez sol siyasî partilerin sistemi işlettiği ve koruduğu bir ülke olması şansı doğdu. Bunun ilk ayağı AKP fenomeninde yatıyor. AKP, liderliği içinden geldiği geleneği demokrasi lehine terk etmeyi önemli ölçüde başardı. Kendi deyişleriyle, “Milli Görüş” gömleğini çıkardı. Muhafazakârlığı ana ekseni olarak belirledi ve yetersiz olsa da bu doğrultuda adımlar attı. Bu, Türkiye’nin demokrasiye doğru ilerlemesinde bir dönüm noktası teşkil etti. AKP, Türkiye’de dinî radikalizmin törpülenmesine de hizmet etti. Dindar muhafazakâr toplum tabakalarını önemli ölçüde etkiledi ve dönüştürdü. Bugün sağın demokrat unsurlarının daha ziyade AKP’de tezahür ettiğini söylemek abartma olmaz. Şüphesiz bunun ifade edilmesi, AKP’nin kusurlarını ve eksiklerini görmezden gelmeyi gerektirmez. Daha kapsamlı bir demokrat tavır, bazı adımları atmada daha büyük cesaret, eleştiriye öfkeyle değil karşı eleştiriyle cevap verme vb. alanlardaki yetersizliklerine rağmen AKP’nin istikrarlı bir demokrasinin merkez sağ kanadını oluşturma şansı var.

Buna karşılık, merkez solun durumu daha kötü. Sol, illüzyonlar içinde yüzüyor. Gerçeklikten kopuk, sunî bir dünyada yaşıyor. Önce şunun altını çizelim: Sol, geniş bir yelpaze ve bu yelpazedeki her unsur demokrat değil. Radikal solun doğası demokrasiye aykırı. Ancak sosyal demokrat çizgi demokrasiye gerçekten bağlı olma iddiasında bulunabilir. Bu yüzden, bazı yazarlar arasındaki tartışmalarda solun bütün olarak peşinen demokrat sayılması ve tarafların sola iştahla sahip çıkıp muarızlarını sağcılıkla suçlaması ilginç ve komik. Türkiye demokrasisinde solun bir yeri ve katkısı olacaksa, bunu bütün olarak sol değil, daha ziyade sosyal demokrat çizgi yapacak.

O zaman, gözümüzü CHP’ye çevirmemiz gerekiyor. Çünkü bu parti öyle bir konumda ki, ne genel anlamda sosyal demokrat olmak istiyor ne de başkasının olmasına izin verecek kadar zayıflıyor. 15. Olağanüstü Kurultay’ı CHP’nin demokrasiye dümen kırması konusunda fayda sağladı mı? Şüphesiz, bu sorunun cevabı nereden baktığınıza bağlı. Bardağın yarısı boş yarısı dolu denebilir. Birbirinin tersi istikamette işaretler var ve nihaî yönün ne olacağını tahmin etmek zor.

Bardağın dolu yanına bakarsak şunları görürüz. Kurultay, organizasyon bakımından başarılıydı. İçeriği kısmen zayıf ve tartışmalı da olsa, Kılıçdaroğlu’nun konuşması salonda heyecan uyandırmaya yeterliydi. Yeni lider konuşmasında, çelişkilere düşmekle beraber, olumlu mesajlar verdi. AYİM’in ve YÖK’ün kaldırılması vaatleri, CHP’nin bürokratik iktidarın müttefiki olmadığı iddiası, toplumun her kesiminin problemleriyle ayrımcılık yapmadan meşgul olacağı sözü umut uyandırıcıydı. Kurultay’ın en olumlu sonucu, Kılıçdaroğlu’nun beraber çalışacağı ekibi kurması oldu. Gerçekten parti içi reform yapmak ve partiyi arkaik, demokrasi karşıtı sol çizgiden demokrat sosyal demokrasi çizgisine çekmek istiyorsa, şimdi eli daha güçlü.

Bardağın boş tarafı da az değil, ne yazık ki. Hem genel başkanın konuşması hem salondaki hava ve kimi pankartlar partide ideolojik kafa karışıklığının sürdüğünü gösterdi. Kılıçdaroğlu’nu Che’ye benzetme ve 1968 ruhuna yapılan vurguları nostalji olarak görüp geçebiliriz. Che bir demokrasi kahramanı değil, bir diktatörlük heveslisiydi. 1968 ise Türkiye’de, dünyadan farklı olarak, nasyonalist sosyalist çizgiyi yarattı. Dolayısıyla, onlardan CHP’ye “ekmek” çıkmaz, demokrasimize hiç çıkmaz. CHP’nin ana problemi felsefî, ideolojik. CHP’nin klasik felsefesi demokrasiye uyacak şekilde ıslah edilmezse, vitrinde ne yapılırsa yapılsın, parti demokratlaşamaz ve yapıcı bir rol oynayamaz. Partiye “yeni” veya “yenilenmiş” CHP demenin bir anlamı veya kıymeti yok. CHP’nin otoriteryen ulusalcı solculuktan çıkıp evrensel sosyal demokrasi çizgisine geçmesi gerekiyor.
 
Peki, CHP bunu yapabilir mi? “Yapamaz” peşin cevabı yanlış. Bir tabiat kanunundan değil, bir beşeri oluşumdan söz ediyoruz. CHP 1945-50 döneminde İnönü ve 1970’lerde Ecevit öncülüğünde nispeten büyük bir dönüşümü gerçekleştirerek demokrasiye katkıda bulundu. Bugün niye aynısını yapamasın? CHP’deki gerçek demokratlar, lütfen daha fazla cesaret, daha fazla gayret!

Zaman, 24.12.2010
 

 

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et