AB’nin sorunu ne?

Birleşik Krallık’ta geçen hafta yapılan referandumdan, AB’den ayrılık sonucu çıktı. Brexit çeşitli bakımlardan sarsıcı ve yeni süreçlere kapı açacak bir gelişme gibi görünüyor. Bu sonucu son beş altı yıldır zaten prestij ve ivme kaybetmekte olan “birleşik Avrupa” idealine ağır bir darbe olarak görenler var.

Peki, tarihsel bir düşün ve bir medeniyet idealinin nihayet hayata geçirilmesi olarak görülen ve Avrupa’nın gözbebeği haline gelen bir proje, nasıl oldu da hızlı bir yükseliş ve parlamanın ardından can çekişir duruma düştü? AB’nin sorunu ne? Neden parlaklığı ve cazibesini yitirmeye başladı?

AB’de bugün yaşanan tıkanıklığın, hattâ gerilemenin elbette farklı sebepleri var. Bana göre bunların başında fikri-yapısal bir problem geliyor. Bu problem işe yanlış başlanması,  AB’nin ulus-devletlerden oluşan bir ulus-devlet olarak tasarlanmış olmasıdır. Bütün siyasi ve idari teşkilat tipik bir ulus-devletin taklidi olarak tasarlanmış. Parlamentosu, kabinesi, bürokrasisi, mahkemesi, merkez bankasıp, benzer kanun, tüzük ve yönetmelikleri ve niyet edilen ama henüz gerçekleştirilemeyen anayasası ve ordusu ile, tipik bir ulus-devlet şeması. Avrupa için bu, mevcut koşullarda, bağlamda ve zamanda işe yaraması pek de mümkün görünmeyen bir hedef. Diğer pek çok problem bu hatâlı zeminden kaynaklanıyor.

Belki, ABD gibi kolonilerin birleşmesiyle oluşan ve gittikçe merkezileşen federasyon tipinde bir ulus-devletti hedeflenen. Ancak Avrupa’nın koşulları tamamen farklı. Ulus-devletlerin yerleşik hale geldiği, ulusal kimliklerin kemikleştiği, derin ve tarihsel ulusal düşmanlık ve rekabetlerin belleklerde kazılı olduğu bir zaman ve coğrafyada, ABD başarısını beklemek anlamlı değil.  Kaldı ki ABD’de bile, ulus-devlet tipi bir birlik, ancak iç savaştan geçerek inşa edilebildi.

AB’nin ulus-devletlerden müteşekkil bir ulus-devlet olarak düşünülmesinin birinci olumsuz sonucu, politika oluşturma, karar alma ve uygulamada çok hantal bir yapının ortaya çıkmasıdır. Çoklu, dağınık ve katmerli mekanizmalarıyla AB, birliği, bölgeyi ve dünyayı ilgilendiren meselelerde net, hızlı ve etkili kararlar alma, stratejiler oluşturma, taktikler geliştirme ve bunlara uygun eylemlerde bulunma kabiliyetinden yoksun kaldı. Bu yüzden AB, birlik olarak ne kendi karşılaştığı, ne de uluslararası politikada yaşanana meydan okumalara karşı hızlı ve etkili çözümler geliştirebildi. Ne tamamen birlikte hareket edebildiler, ne de tamamen bağımsız şekilde kendi başlarının çaresine bakabildiler.

Örneğin, karar olma ve uygulama konusundaki engeller yüzünden, AB ekonomik durgunluk ve krize karşı bir bütün olarak tedbir alamadı, çözüm üretemedi. Buna karşılık, AB’ye bağlılık veya bağımlılık yüzünden ülkeler teker teker de ayrı ve etkili çözümler geliştiremediler. Aynı şekilde, Avrupa Birliği uluslararası arenada da aktif ve çözüm üreten bir aktör olmayı başaramadı, başaramıyor. Örneğin Suriye meselesinde, gücüyle ters orantılı şekilde en az etkili aktör AB oldu. AB, parçalarını oluşturan birimlerin toplamından çok daha küçük bir etkinlik oluşturabiliyor uluslararası politikada. Buna karşın, AB içindeki ülkeler ulus-devletler olarak imkân buldukça kendi ulusal çıkarları doğrultusunda politika geliştiriyor ve eyleme geçiyorlar.

İkinci olumsuz sonuç, neredeyse iğneden ipliğe kadar her alanın — mallar, hizmetler, çalışma koşulları vb — tepeden tırnağa aynı katı standart, usul ve yöntemlere tabi kılınmaya çalışılmasının yarattığı bürokratik kuşatıcılık ve müdahaleciliktir. AB bir ulus-devlet gibi aşırı korumacı ve düzenleyici refleksler geliştirdi. Elbette mal, hizmet, para ve kişi hareketliliğinin sağlanabilmesi için belli ölçülerde bir standardizasyon gereklidir. Ancak, göreli üstünlükleri ortadan kaldıran, yaratıcılığa, çeşitliliğe ve rekabete balta vuran ve her şeyi kuşatan bir bürokratik kontrol, serbestliğin yaratabileceği canlılığı ve zenginliği giderek nefessiz bıraktı. Bu bürokratik kuşatıcılık ve müdahalecilik, serbestlikten ve işbirliğinden beslenebilecek kârlılığı, kolaylığı ve hızlılığı zayıflatan caydırıcı bir unsur gibi işlemeye başladı.

AB bir ulus-devlet olamadığı (ve olamıyacağı) için, ulus-devlet formunun avantajlarından yararlanamadı, ama dezavantajlarına mahkûm oldu. Üstelik, zaman içinde ulus-devlet tipi bir siyasi birlik hedefiyle uyuşması hiç mümkün olmayan bir genişleme politikası benimsendi. Çünkü her ulus-devlette olduğu gibi AB’nin de aslında bir tür “ulusal” kimliğe ve belli ölçülerde bir homojenliğe ihtiyacı vardı. “Asli” üyelerin kendi aralarında kemikleşmiş farklılıkları, husumetleri ve çıkar çatışmaları zaten mevcuttu. Üstüne bir de, “Birliğin” asimile edemeyeceği kadar çeşitli farklılık ve çatışmaları veya sindiremeyeceği kadar fazla nüfusları içeren Doğu Avrupa ülkeleri veya Türkiye gibi birimlere kapıyı açtıklarında, işleri iyice içinden çıkılmaz bir hale getirmiş oldular.

Bu başarısızlık yüzünden, Avrupa coğrafyasındaki ülkelerin “Birlik” fikrinden vazgeçmesi gerekmiyor. Onun yerine, karşılıklı işbirliği ve serbestliğin üreteceği zenginlik, barış ve özgürlükten yararlanmanın uygun yollarını bulmaları gerekiyor. Doğru bir perspektif ve yerinde bir işbirliği anlayışıyla bu başarılabilir.

AB’nin yeni bir birlik paradigmasına ve buna uyan bir yapılanmaya ihtiyacı var.

Serbestiyet, 02.07.2016

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et