28 Şubat Süreci Üniversiteleri Nasıl Ezdi Geçti? Bir 28 Şubat Mağdurunun Arz-u Hâli-1

Türkiye’nin normalleşme ve sivilleşme süreci devam ediyor. 12 Eylül darbecilerinin ardından 28 Şubat postmodern darbecilerinin de hukuk önünde hesap vermeye çağrılmaları bu açıdan önemli köşe taşları. 28 Şubat sürecinin baş mimarlarından, postmodern darbenin kudretli generali Çevik Bir’in tutuklanıp cezaevine konurken söylediği “Bugünleri de mi görecektik?” sözünü kendi durumuma uyarlıyor ve “Çok şükür ki bugünleri de gördük” diyorum. Bir adım daha ileri gidiyor ve Nazım Hikmet’ten bir alıntıyla “Güzel günler göreceğiz çocuklar,” yeter ki demokrasiye sahip çıkalım, sivilleşme yolunda cesur adımlarla ilerleyelim.

Değerli akademisyen Prof. Sedat Laçiner, 28 Şubat’ın üniversitelerde yarattığı tahribattan söz ederken (Star, 17.04.2012) “Sözün özü 28 Şubat’ın en büyük kurbanı üniversitelerdi, tank paletleri asıl Sincan sokaklarından değil bilimin, aklın ve eğitimin üzerinden geçti“ diyor. Bu sözün ne kadar yerinde, manzarayı ne kadar doğru tasvir eden bir söz olduğunu, aşağıda kısaca kendi başıma gelenler üzerinden açımlayacağım. Eminim, bu konuda benimkine taş çıkartan daha ne hikayeler vardır. Amerikan sinema endüstrisi yaşanmış gerçek olayların öyküsünü sinemanın diline tercüme eden çok sayıda film üretmiştir. Ben de Türk sinemacılarını toplumu paralize eden bu ağır travmanın öyküsünü anlatan filmler yapmaya, romancılarımızı romanlar yazmaya davet ediyorum. Henüz yaşanmış olaylar hafızalarda tazeyken, olayların tanıkları hayattayken, Türkiye de kabuk değiştirmeye çalışırken, istenirse bu konuda yığınla malzeme bulunabilir. Bir fikir vermesi bakımından, ben kendi hikayemi çok özet olarak paylaşacağım.

28 Şubat’ın ne kadar anormal bir dönem olduğunu, ne kadar ayrımcı ve baskıcı bir zihniyete yaslandığını ABD’deki doktora çalışmamı tamamlayıp memlekete döner dönmez anlamıştım. Ben mecburi hizmet karşılığı burs kazanarak, yüksek lisans ve doktora yapıp Türkiye’deki üniversiteme dönme ve öğretim üyesi olarak mecburi hizmetimi tamamlama taahhüdüyle yurtdışına gitmiştim. Taahhüdümü yerine getirip doktoramı tamamlayınca –yurtdışında karşımıza çıkan bazı fırsatları da teperek- yurda dönmüştüm. Bir an önce yardımcı doçentlik kadromun verilmesini umuyor, akademisyenliğe başlamayı, öğrencilerimle buluşmayı büyük bir heyecanla bekliyordum. Ama köprülerin altından çok sular akmıştı; bizim giderken bıraktığımız Türkiye ile gelince bulduğumuz Türkiye aynı Türkiye değildi.

Hukukun en temel, evrensel prensiplerinin başında, eskilerin deyimiyle “beraeti zimmet,” modern ifadesiyle “masumiyet karinesi” gelir. Buna göre suçluluğu kanıtlanıncaya kadar kişinin masumiyeti esastır. Oysa 28 Şubatçılar ve onların üniversitelere yönetici olarak tayin ettiği insanlar hukukun bu temel ilkesine takla attırmışlardı; onlara göre “suçsuzluğunu kanıtlayıncaya kadar kişinin suçluluğu esastı. Haftalar ayları kovalıyor, bir türlü kadromuz verilmiyordu. Sözleşmemize rağmen bize neden kadro verilmediğini sormak istediğimizde randevu verilmiyor; neden sonra kendileriyle görüştüğümüzde “ODTÜ ve Bilkent gibi üniversitelerden sizi tanıyan hocalar bul; senin zararlı bir şahıs olmadığına dair şifahi bilgi versinler” diyorlardı. Bu şekilde yardımcı doçent kadrosu alıp ders vermeye başlamak için yedi ay bekledim. Benden daha beter durumda arkadaşlar vardı; onlar benden de fazla bekletilmişlerdi. (Bu arada, belki de yedi ay sonra bile olsa, verdikleri referansla kadro almama katkıda bulunmuş olabilecek ODTÜ ve Bilkentli hocalarıma minnettarım.) Beni bekleyen asıl eziyetler zinciri zaman tünelinde, sıralarının gelmesini bekliyordu.

-Devam edecek…-

 

20.04.2012

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et