2002’den 2011’e TSK’nın demokratikleşme süreci

2011 YAŞ’ında demokratikleşme açısından sağlanan başarı, 2002 sonunda yapılan YAŞ toplantısında dönemin AK Parti Hükümeti Başbakanı Abdullah Gül ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün askeri personelin ihracına şerh koyması, yani hayır demesiyle başladı. 2011 YAŞ’ında demokratikleşme açısından sağlanan başarı, 2002 sonunda yapılan YAŞ toplantısında dönemin AK Parti Hükümeti Başbakanı Abdullah Gül ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün askeri personelin ihracına şerh koyması, yani hayır demesiyle başladı.

Son YAŞ toplantısı öncesinde Genelkurmay Başkanı ve üç kuvvet komutanın verdikleri erken emeklilik dilekçeleri bütün dikkati toplantıya çekti. 2010 Ağustos’unda yaşanan YAŞ krizinin devamı olan 2011 krizi de, Hükümet ve Cumhurbaşkanı’nın dirayeti ve kamuoyunun hassasiyetiyle askeri vesayetin ve özerkliğin geriletildiği ve sivil idarenin üstünlüğünün deklare edildiği bir zemine dönüştü. YAŞ sadece başlangıcıyla değil, Genelkurmay karargahının Çakmak salonunda Başbakan’ın yanında oturan Genelkurmay Başkanı’nın eşbaşkanlıktan ayrıldığını gösteren Genelkurmay Başkanvekili’nin diğer şura üyelerinin yanına geçtiği oturma düzeni ve askeri özerkliğin bir ifadesi olan teamül, yani sivil otoritenin değil askeri otoritenin atmalara karar verdiği uygulamanın da ortadan kalktığını gösteren atamalarla da Türkiye demokrasisinin aştığı bir eşiği gösteriyordu. YAŞ kararlarının vesayet düzeni ve askeri özerkliğin bir teamülü olan Genelkurmay Başkanlığı bildirisiyle açıklanmasına da son verilerek, 2010’daki gibi Cumhurbaşkanlığı basın müşavirliği tarafından açıklanması da bu görüntüyü pekiştirdi. Mamafih Balyoz tutuklusu 14 generalin bir yıl temdit alması ve haklarında kamuoyunda tartışmalar bulunan bazı isimlerin atamalarının yeni Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i rahatlatmak amacıyla teamüllere ve dengelere riayet edilen yönleriyle 2011 YAŞ’ı geçiş sürecinin özelliklerini taşımaktadır, Bu haliyle askerin sivil ve demokratik denetiminin tamamlandığı söylenemez.

Siyasi kararları siyasiler verir

YAŞ etrafındaki gelişmelere yönelik yurt içinden ve yurt dışından gelen tepkilerin genel olarak müspet bir hava yaratması, Türkiye demokrasisinin yükseldiği seviyeyi ve itibarı ortaya koyuyordu. Yaygın algılamayı ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin sözleri özetliyor: “Türkiye hükümetinin siyasetinde kararları veren ordu değil. Türkiye daha demokratik, daha açık, ekonomik açıdan daha canlı modern bir devlet ve dünya sahnesinde artan etkiye sahip bir oyuncu olma yönünde dönüşümünü sürdürmektedir.” Ancak halen bu dönüşüm tamamlanabilmiş değildir. Bu müspet havaya ve sembolik değişimlere rağmen, ordunun tam anlamıyla demokratik ve sivil denetim altına alındığı bir anayasal demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Esasen bu dönüşümün zannedildiği kadar kolay ve çabuk bir şekilde tamamlan(a)mayacağı da açıktır. Bu bakımdan bu dönüşümü Türkiye’den önce tamamlamış ülkelerin tecrübesine bakmak faydalı olacaktır.

Demokratikleşme sürecinde orduda reform tecrübesine sahip örneklerden mesela İspanyol Savunma Bakanlığı yapmış olan Narcis Serra’nın ifadesiyle “durum bir gecede değişmeyecektir” ve bir “sürekli bir geçiş kavramı”na ihtiyaç vardır. Serra, artık klasikleşen “Demokratikleşme Sürecinde Ordu” adıyla İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabında, bu geçiş sürecinin bir anlam taşıyabilmesi için siyasi iktidarın iyi düşünülmüş bir stratejisinin ve devam eden bir çoğunluk hükümetinin şart olduğunu da kaydediyor. Serra sorunun temelini şöyle vazediyor: “Askerin özerkliğine karşı mücadele demokrasinin yerleşmesi için vazgeçilmezdir.” Askeri özerklik, ordunun demokratik denetim dışına çıkmasını ve tam aksine siyaseti denetlemesini mümkün kılacak muhataralı alanı yaratıyor. Bu bakımdan askeri özerkliğin kaldırılmasının yanında, askerlik anlayışının yeniden ele alınacağı bir reform şarttır: “Askeriyenin prensiplerinde ve inançlarında bir değişim yaratmadıkça ve onları demokratik rejime sadık kılmadıkça demokratikleşme süreci tamamlanmış sayılmaz.”

Serra’nın yaklaşımı ekseninde Türkiye’deki demokratikleşme sürecine ve askeri reformlara bakılırsa, bu istikamette ciddi ilerlemeler yaşanmış olsa da, henüz alınacak yol olduğu görülebilecektir. Son YAŞ kararı da dahil olmak üzere son 10 yıl, bir süreç analizi çerçevesinde ele alınmazsa, sivilleşmenin tamamlandığından bir arpa boyu yol alınmadığına kadar farklı kutuplarda değerlendirmelerin yapılması mümkündür. Halbuki İspanyol demokratikleşme süreci ve askeri reformlar yaklaşık 20 yıla yayılan bir dönemde gerçekleşmiştir. Kamuoyunun ve aydınların bu konuda sabırsızlık göstermeleri anlaşılabilir bir tavırdır. Ancak bu tavır, arkasında siyaseten iyi düşünülmüş ve zamana sarî bir strateji yoksa başarıyı değil, başarısızlığı da getirebilir.

Sivil kadrolara uzmanlık eğitimi

Askeri reform sürecinden maksat, askeri bürokrasinin demokratik ve sivil denetim altına alınabilmesidir. Bu denetim sadece mevzuat ve kurumsal değişikliklerle yapılamaz. Bütün bunları yapabilecek kabiliyet ve tecrübede sivil kadrolara ihtiyaç vardır. Bunun ötesinde ordunun reform sürecini sindirerek kabul edebilmesi için yeni bir misyon ve vizyona kavuşturulması gerekmektedir. Bütün bunlar ise siyasi akıl ve zamanla yapılabilir. Serra bu meseleyi şöyle anlatıyor:

“Ordu, kaybettiği imtiyazlarla ve mesleki profilindeki değişimlerle ilgili tünelin sonunda bir ışık görebilme -sistemce kabul edilen yeni misyonlar ve kurumsal geleceklerini garanti altına alan profesyonel bir profil- demokratik sisteme sadakat tutumu geliştirir. Tüm bunlar zaman gerektirir. Bu alanda sorumluluk makamlarını işgal eden sivillerin yetkin olmaları ve liderlik etme ve denetleme kabiliyetleri kazanmaları kolay değildir. Savunma Bakanlığı yapısındaki değişik görevlere, Dışişleri Bakanlığı’nın bu alanlarda uzmanlara sahip olmasının önemine, istihbarat servislerinin sivilleri istihdam etmesine ve meclisin her iki kanadındaki savunma komitelerinin ilgili konular hakkında bilgi sahibi seçilmiş bireylerden oluşması gerekliliklerine işaret ediyorum. Bir kez daha tekrarlayayım, tüm bunlar zaman gerektirir.”

Askeri reform tedricen olur

Bu bakımdan AK Parti’nin muhafazakârlığı ve değişimi derhal değil, tedricen yapması askeri reform sürecinin tabiatına uygundur. Burada eleştirilmesi gereken husus gecikme değil, bu konuda yeterli sivil ve siyasi kadroların yetiştirilmesi ve siyasi akla dayalı bir stratejinin varlığı konusundaki şüphelerdir. Bu şüpheler genel kamuoyunda askeri reform sürecinin ihmal edildiği, askeri kamuoyunda ise belirsizliğin getirdiği endişeleri tahrik eden menfî bir hava yaratabilmektedir. Bugün dahi AK Parti içinde, TBMM’de, Milli Savunma Bakanlığı’nda ve bürokraside askeri konulara vakıf maruf isimler yoktur. AK Parti’nin askeri vesayeti sona erdirecek bir siyasi iradeye sahip olması, meseleyi bu mecrasına taşıyacak ölçüde ehemmiyetlidir. Reformun tamamlanabilmesi ise, iradenin yanında ciddi bir kadroya ihtiyaç vardır.

Türkiye Soğuk Savaş’tan sonra bütün dünyada gerçekleştirilen askeri reformları hayata geçirmeyi başaramadı. Çünkü Türkiye, reformu bizzat ordunun kendisinin yapabileceği gibi defalarca yanlışlığı kanıtlanmış bir görüşü aşamadı. Hemen hemen hiçbir büyük bürokratik kurum ve bilhassa ordu, kendini reforme edememiştir. 27 Mayıs darbesinin yarattığı travmayla Kara Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir’in iki darbe teşebbüsünden sonra, okulun reformu üzerinde çalışan sonradan orgeneral olacak Kemal Yamak’ın hatıraları aslında bir örnek üzerinden ordunun kendi içinden reform gerçekleştiremeyeceğini çok açıkça göstermektedir. Yamak, uzun çalışmalar sonucunda şu kanaate varıyor: “Galiba bu Harp Okulu’nu kendimiz reorganize edemeyecek ve yeni Harp Okulu’nu geleceğin ihtiyaçlarına göre şekillendiremeyecektik. Acaba, bir başka gruba mı yaptırmak gerekiyordu?”

Önce demokrasiye sadakat

Gerçi sonuçta Harp Okulu için bir reorganizasyon yapılıyor, ama tek amacı üstlere itaati sağlamak olan bu reformun bu amaç dahil ne ölçüde başarılı olduğu çok tartışmalıdır. Demokrasiye ve hukuk devletine bağlılığın değil, üstlere, yani komutanlara itaatin öğretildiği bir müfredat ve zihniyetin sonuçları işte bugün yaşanan bunca darbe ve kaos planlarıdır. Reform sivil siyasetin direktifiyle hazırlanmadıkça, Harp Okulu’ndan demokratik hukuk devletine itaati, komutanın darbe emrine itaatin üstüne koyacak subaylar yetişmediği sürece bu problemlerin çözümü mümkün görünmüyor.

Sonuç olarak 2011 Ağustos’undaki Yüksek Askeri Şurası demokratikleşme ve askeri reform süreci bakımından kritik bir eşiğin aşıldığına işaret ediyor. Askeri bürokrasinin sivil ve demokratik denetimi için siyasi bir çoğunluk ve güçlü bir siyasi iradenin varlığı, Türkiye’nin 10 yıl öncesine göre ne kadar değiştiğini anlatıyor. Başlı başına bu irade bile askeri özerkliği ve vesayeti kökünden sarsmaya yetiyor. 2011 YAŞ’ında demokratikleşme açısından sağlanan bu başarının, 2002 sonunda yapılan YAŞ toplantısında dönemin AK Parti hükümeti Başbakanı Abdullah Gül ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün askeri personelin ihracına şerh koyması, yani hayır demesiyle başladığı hatırlanmalıdır. Bugün gelinen noktada artık hayır demenin ötesine geçecek siyasi bir stratejik akla, askerin boşalttığı alanı doldurabilecek ve askeri denetleyebilecek sivil ve siyasi kadroya ihtiyaç vardır. Reform ancak formda bir kadroyla yapılabilir.

Star-Açıkgörüş, 08.08.2011

Bu Yazıyı Paylaşın

BU YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZAR PROFİLİ

SON YAZILAR

bizi takip edin
sosyal medya hesaplarımız

0BeğenenlerBeğen
0TakipçilerTakip Et
1,714TakipçilerTakip Et